Müzik ve hikaye ilişkisi

Müziğe bir hikaye yakıştırmak ya da hikayeye bir müzik yakıştırmak, müziğin de, hikayenin de saflığını bozmuyor mu? Yoksa hikaye müziğini, müzik te hikayesini mi arıyor? Bu buluşturmayı yapamadığımızda müzik de, hikaye de boşlukta mı kalıyor? Bir Country parçası, yol hikayesini çağrıştırırken hikayelerin içinde saklanan müziği bulamam çoğu zaman. Düşünürüm o zaman, hikayenin ritmi, inişleri çıkışları bir taraftan kendi müziğini besteliyor olamaz mı?

Kapitalizmin çöküşü ve sonrasına ilişkin küçük bir öngörü

Kapitalizmin çöküşü, ortaya çıkardığı kültürün ve sanatın çöküşünü de beraberinde getirecek. Ne kadar dirensek de daha iyi veya daha kötü olabileceğini bilemeyeceğimiz, insanın yaratıcılığının öne çıkacağı yeni bir dünya doğuyor. Yaşanan tüm sıkıntılar bu yeni dünyanın doğum sancıları belki de.

İçimize açılan kapıların anahtarlarını bulamıyoruz

İçimize açılan kapıların anahtarlarını bulamıyoruz bütün derdimiz bu. Kimimiz tüm kapıları açan maymuncukların bizim kapılarımızı da açacağını düşünüyor, kimimiz kolay açılmasın diye bir kilit daha vuruyor kapıya, kimimiz anahtar deliğinden görebildiğimiz kadarı ile biliyoruz içimizdekileri, kimimiz kapının arkasındakilerle baş edemeyeceğinden korkup içerideki yükün baskısı ile açılmasın diye kapının önüne ne varsa yığıyor, kimi ise böyle kapıların olup olmadığının farkında bile olmadan tüketiyor yaşamını…

Sizi borçlandırarak bir kere ele geçirdiler mi artık onlardan kurtulmanız öyle kolay değildir

Sizi borçlandırarak bir kere ele geçirdiler mi artık onlardan kurtulmanız öyle kolay değildir. Sistem kementini atmıştır boğazınıza bir kere, özgürlüğünüzü teslim almıştır sizden. “Bugün borç alan yarın emir alır” diye boşuna dememiş atalarımız, bir kere emir almaya başlayınca sistem her istediğini yaptırmaya başlar size. Borcunuz vardır, sevmediğiniz işi bırakamazsınız, borcunuz vardır istediğiniz hayatı yaşayamazsınız, borcunuz vardır hayal ettiklerinizi gerçekleştiremezsiniz, kısır bir döngünün içinde dönmeye başlamışsınızdır. Boğazınızdaki kement sizi sıkıyordur ama çıkartamazsınız onu oradan. Sonra düşünürsünüz, ben bu borcu niye almıştım, neden nakit akışı mı bozmuştum diye, bakarsınız ki hiç de gereği yokmuş aslında bu sıkıntıya. Faizi ile ödediğiniz borç sadece para değil bu paraya sahip olmak için harcadığınız zamandır yani hayatınızdır aynı zamanda. 😊

Yanlışlar, doğrulardan daha öğreticidir

Okullarda hep doğruları öğretirler, şunları, şunları yapın, her şey yolunda gidecektir derler. Oysa ki beyin olumsuzluklara karşı çok daha duyarlıdır. Bunları, bunları yaparsanız başınıza bunlar gelir, tüm bu yanlışlara neden olan aslında bunlardır diye anlatırsak, anlatacaklarımıza yönelik farkındalık daha da artacağı gibi öğrencilerimizi başlarına gelecek olumsuzluklara karşı da çok daha iyi hazırlamış olacağız. Sanayi devrimi sonrası oluşturulan eğitim sistemi, insanın iyi bir tür kabülüne göre kurgulanmış ancak ne yazık ki insan, özellikle gezegene ve birbirlerine yaptıklarına baktığımızda eğitim sisteminin kabul ettiği kadar iyi bir tür değil.

İki şey var anca ölünce unutulur diyor Nazım, annemizin yüzü ile şehrimizin yüzü

Nazım’a sormak isterdim, pekiyi, şehrin bakılacak bir yüzü kalmadığında da yine unutulmaz mı o şehir? Unutulur ise ne zaman unutulur? Tahmin ediyorum unutulmaz diyecektir, o zaman tekrar sormak isterdim, hangi yüzünü unutamayacağım, çocukluğumun Istanbul’unu mu, bugünkü kaotik Istanbul’u mu? O da bana annenin yüzünü nasıl hatırlıyorsan Istanbul’u da o yüzüyle hatırlayacaksın diyecektir muhtemelen.
Bayram tatilinde sakinleşen Istanbul’un keyfini çıkarırken hep bu sorular takılıyor kafama. Romalılar, Bizanslılar, Osmanlılar bu şehri inşa ederken bir gün bu hale geleceğini hiç akıllarına getiriyorlarmıydı acaba? Şehrin merkezinden dışına doğru kasabalaşarak büyüyeceğini, kimliğini, dokusunu böylesine kaybedeceğini, bir gün onların hayal ettikleri ile hiç ilgisi olmayan bir şehrin ortaya çıkacağını düşünüyorlarmıydı, ya biz 20 yıl sonra Istanbul’u nasıl canlandırıyoruz hayalimizde? Bu sorular, başka soruları da getiriyor aklıma, bir kere yazmaya başlasam, biliyorum bu blog yetmeyecek bana. Romalıların bıraktığı Istanbul’un tadını çıkaramasam da bari tatilcilerin bize 1 haftalığına ödünç bıraktığı Istanbul’un keyfini çıkarayım diyorum 🙂

İnsanları anlamak neden bu kadar zor?

İnsanları anlamak için bu kadar çok çaba sarf etmesek belki daha kolay anlayabileceğiz onları. Kendimizi zorladıkça kafamızda farklı yargılar oluşturuyoruz ve o yargılarımızı doğrulayacak izleri takip etmeye çalışıyoruz. Sonuçta doğrular, yanlışlar hepsi kafamızda yarattığımız yanılsamalar değil mi?