Yazarlar ve yalnızlık düşünceleri

Kimimiz için ne kadar korkutucu olsa da, kimimiz için de yaratıcılığı besleyen bir sığınaktır yalnızlık. Bugünün dünyasında yalnız kalabilmek pek mümkün görünmese de, başka bir açıdan baktığımızda ise hepimizin kalabalıklar içinde yalnız olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla. Edebiyat dünyasında iz bırakan yazarların yalnızlık hakkındaki düşüncelerinden derlenmiş bu güzel çalışmayı blogumda sizlerle paylaşmak istiyorum.
*****

“Yazdıklarımı okurken hoş bir duyguya kapılmayacaksınız eminim, hepimiz daracık dünyalarımızda insanlardan kopuk yaşıyoruz çünkü. Gerçek hayata öylesini yabancılaşmışız ki, adını bile duymak istemeyiz.
Peki ama neden bazen olmadık, aptalca arzular peşinde koştururuz? Sebebini biz bile bilmiyoruz. Üstelik, bu olmadık isteklerimiz gerçekleştiğinde en çok zararı görecek olan da biziz. Deneyin isterseniz, içimizden birinin bağlarını çözüp, esaretini kaldırınız, emin olun, o yine esaret altına girmek isteyecektir. Bu yazdıklarımı okuduğunuzda kızgınlıktan ayaklarınızı yere vuracak ve: “Siz, kendi rezil hayatınızdan, kendi yeraltınızdan bahsedin!” diye bağıracaksınız. Hepinizi bu işin içine katarak kendimi kurtarmaya çalışmıyorum. Ben, sizlerin korkaklığınıza “ölçülü davranış” kılıfını geçirip, yarım bıraktığınız her şeyi sonuna kadar götürdüm. Hayatın gerçeklikleri ile sizden daha fazla yüz yüze geldim ben.

Etrafınıza şöyle bir göz gezdiriniz! Gerçek hayat denilen şeyin ne olduğunu, nerede olduğumuzu bilmiyoruz bile! Kitaplarımızı ve hayallerimizi elimizden alsalar, öylece ortada kalakalacağız. Neyi sevip nede nefret ettiğimizi bilemeyeceğiz. Etiyle, kemiğiyle gerçek birer insan olmak o kadar zor ki…”

Fyodor Mihailoviç Dostoyevski – Yeraltından Notlar
*****
“Eğer farklıysan, yalnızlığa mahkum oluyorsun.”

Aldous Huxley – Cesur Yeni Dünya

*****
“İçi insanlarla dolu büyük evler var karşıda, gene de tek odada bir başına olmak, bir evde yalnız yaşamak, yaşamın en önemli yanı, daha doğrusu: Kimi zaman yalnız kalabilmek mutluluğun ilk koşulu.”
Franz Kafka – Milena’ya Mektuplar
*****
“Bir Parti üyesinin ilke olarak hiç boş vaktinin olmaması ve yatak dışında hiç yalnız kalmaması gerekiyordu. Çalışmak, yemek yemek ya da uyumak dışında kalan zamanlarda mutlaka ortaklaşa bir etkinliğe katılmalıydı: Yalnızlıktan keyif aldığını gösteren herhangi bir şey yapması, dahası kendi başına yürüyüşe çıkması bile her zaman biraz tehlikeli olabilirdi.”
George Orwell – 1984
*****
“Sevmek, insanı yalnızlaştırıyor.”
Virginia Woolf – Mrs. Dalloway
*****
“Tıpkı bir kasırganın merkezindeki sakin bölge gibi durgun ve bomboştum, çevremdeki karmaşanın içinde yuvarlanıp gidiyordum.”
Sylvia Plath – Sırça Fanus
*****
“Fakat herkes bilir ki hayat, yaşanmak zahmetine değmeyen bir şeydir. Aslında otuz ya da yetmiş yaşında ölmenin önemli olmadığını bilmez değilim; çünkü her iki durumda da gayet doğal olarak başka erkeklerle başka kadınlar yine yaşayacaklar ve bu, binlerce yıl devam edecektir. Sözün kısası bundan daha açık bir şey yoktu. Şimdi ya da yirmi yıl sonra olsun, ölecek olan hep bendim.”
Albert Camus – Yabancı
*****
“İnsan hiçbir zaman büsbütün yalnız değildir dünyada. En kötü durumda, bir çocuğu, bir delikanlıyı ve zamanla olgun bir adamı, yani kendisinin eski bir halini bulur yanında.”
Cesare Pavese – Yaşama Uğraşı Günlük
*****
“Gerçeği söylemek gerekirse, insanlar yalnızlık denen şeyin aslında ne olduğunu, nereye varabileceğini pek bilmiyorlar. Her yığına, içinde dostluk var gözüyle bakılmamalı; insanların yüzleri bir resim galerisinden öteye bir anlam taşımayabilir, konuşmalar da bir zilin çınlaması gibi olabilir.”
Francis Bacon – Seçme Aforizmalar
*****
“Gece burada tek başına bir adam düşün, işte ya kitap okuyor ya da bir şeyler düşünüp öylece oturuyor. Bazen düşüncelerini birine söylemek ister doğru mu yanlış mı diye ama kimsesi yoktur işte. Bir şey görünce bile onu gördüğünden tam emin olamaz gösterecek kimsesi olmadığından. Yanındakine dönüp ‘Gördün mü sen de’ diye soramaz ki. Bilemez ne gördüğünü. Soracak kimsesi yoktur ki.”
John Steinbeck – Fareler ve İnsanlar
*****
“Çünkü yalnızlık, anılarını ayıklamış, yaşamın yüreğinde biriktirdiği özlem dolu süprüntüleri yakmış, geriye en acı anıları bırakarak, onları arıtmış büyütmüş, sonsuzlaştırmıştı.”
Gabriel Garcia Marquez – Yüzyıllık Yalnızlık
*****
“Eğer kendi yalnızlığımızı kucaklayamazsak, inzivaya karşı kalkan olarak başka birini kullanırız.”
Irvin D. Yalom – Nietzsche Ağladığında
*****
“Yalnızlığını kalabalıkla doldurmasını bilmeyen kişi, telaşlı bir kalabalık içinde yalnız olmasını da bilmez.”
Charles Baudelaire – Paris Sıkıntısı
*****
“İnanın bana, yalnız kalmanın nasıl bir his olduğunu bilirim. Dünyadaki en kötü yalnızlık, yanlış anlaşılmaktan ötürü yalnız bırakılmaktır. İnsanın gerçekle bağlarını koparabilir.”
Dan Brown – Cehennem
*****
“Kim ki bu yalnızlık karşında büyülenmemiştir, resmin güzelliğini anlayamaz. Anlıyorum derse, yalandır.”
Jean Genet – Giacomettinin Atölyesi
*****
“Kavuştuğu özgürlüğün ortasında birden şunu fark etmişti ki özgürlüğü ölümdü.
Tek başına kalmıştı, dünya onu korkunç bir şekilde kendi haline bırakmıştı; insanlar onu ilgilendirmemeye başlamış, hatta kendisi bile kendisini ilgilendirmez olmuştu.
Dış dünyayla ilintisizliğin ve yalnızlaşmanın giderek büyüyen havasızlığında yavaş yavaş boğulmaya başlamıştı.
Çünkü artık ortada öyle bir durum vardı ki, yalnızlık ve bağımsızlık, istek ve amacı olma özelliğini yitirmiş, onun yazgısına ve mahkumiyetine dönüşmüştü.
İçi özlem ve iyi niyetle dolup taşarak kollarını uzatıp bağlanmalara ve birlikteliklere hazır olduğunu açıklaması boşunaydı, artık tek başına bırakılmıştı.
Davetler, armağanlar, sevimli mektuplar alıyorsa da kimse onun yanına fazla yaklaşayım demiyor, kimseyle bağlantı kuramıyor, yaşamını paylaşmaya istekli ve yetenekli biri çıkmıyordu.
Yalnızlık atmosferiyle, sessiz bir atmosferle sarılıp kuşatılmıştı; çevre elinden kayıp gitmiş, başkalarıyla ilişki kurmasını önleyen ve hiç bir istem, hiç bir özlemle giderilemeyen bir güçsüzlük üzerine çullanmıştı.”
Hermann Hesse – Bozkırkurdu
*****
“Tanrı varsa, -ki ben olmadığına gerçekten inanıyorum-, insan aklının sınırları olduğunu da bilir. Yoksulluğu, haksızlığı, açgözlülüğü, yapayalnızlığı, bütün bu karmaşayı o yaratmadı mı? Mutlaka çok iyi niyetlerle girişmiştir bu işe, ama sonuçlar bir felaket. Tanrı varsa bu dünyayı erkenden terk etmeyi seçen yaratıklara karşı cömert davranacaktır, hatta bizi burada vakit harcamaya zorladığı için özür bile dileyebilir.”
Paulo Coelho – Veronika Ölmek İstiyor
*****
“Yalnızsın. Yalnız bir adam gibi yürümeyi, aylak aylak dolaşmayı, sürtmeyi, bakmadan görmeyi, görmeden bakmayı öğreniyorsun. Saydamlığı, hareketsizliği, varolmayışı öğreniyorsun. Bir gölge olmayı ve insanlara sanki hepsi birer taşmış gibi bakmayı öğreniyorsun…”
Georges Perec – Uyuyan Adam
*****
“Ne istediğini bilememenin aslında son derece doğal olduğunu anlayıncaya kadar kızdı kendine. Sadece bir tek hayat yaşadığımız için bu hayatı öncekilerle karşılaştıramaz ya da kusurlarımızı gelecekteki hayatlarımızda gideremeyiz; bu nedenle de ne istediğimizi bilemeyiz.

Tereza’yla olmak mı daha iyiydi, yalnız olmak mı?

Karşılaştırma fırsatı olmadığı için hangi kararın daha iyi olduğunu sınamanın yolu yok. Olaylar nasıl gelişirse öyle yaşıyoruz, önceden uyarılmaksızın, rolünü ezberlemeden sahneye çıkan bir tiyatro oyuncusu gibi. Yaşam öncesi ilk prova yaşamın ta kendisiyse, ne değeri olabilir yaşamanın? Yaşamın hep bir taslak olması bundandır işte.”

Milan Kundera – Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği
*****
“Yalnızlığı sevmeyen özgürlüğü de sevmez. kişi ancak yalnız olduğunda özgürdür çünkü.”
Arthur Schopenhauer – Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar
*****
“Çok şey istemiyordum hayattan, sadece yalnız bırakılmak…”
Charles Bukowski – Ekmek Arası

Albert Camus’dan Altını Çizdiklerim

İnsan parası varsa çalışmak zorunda kalmaz. Böylece zamanı satın alır. Bu kalan zamanda da kendini mutlu edebilecek şeyleri yapar. Yani para mutluluğu satın alır.

Ölüm bir istatistik ve devlet işi oldu mu, dünya işleri artık iyi gitmiyor demektir.

İnsan üzerinde çok düşündüğümüz zaman, primat maymunlara özlem duyduğumuz olur. Art düşünceleri yoktur onların.

Tuhaf biri olduğumu, beni kuşkusuz bu yüzden sevdiğini ama belki günün birinde yine aynı sebepten nefret edebileceğini mırıldandı.

Huzur, suskunluk içinde sevmek olabilirdi. Ama bilinç ve insan var; konuşmak gerekiyor. Sevmek, cehenneme dönüşüyor.

İnsan söyledikleriyle değil, söylemedikleriyle insanlaşır.

Haklı olma ihtiyacı, sıradan insanlara özgüdür.

Sevilmemek yalnızca şanssızlıktır. Hiç sevmemek mutsuzluktur. Bugün, hepimiz bu mutsuzluktan ölüyoruz. Kan, kin yüreğin kendisini de kurutuyor da ondan; uzun süren adalet isteği aşkı tüketiyor, oysa aşk doğurmuştu onu.

Bazılarının, sadece normal olmak için ne büyük çaba sarf ettiğini kimse fark etmiyor.

Ateşten ve yiyecekten yoksun bir insan için özgürlük, hiç de acelesi olmayan bir lükstür.

Hatırlamak için yavaşlar, unutmak için hızlanırız.

İnsanın her gün yaptığı en önemli şey, o gün intihar etmemeye karar vermesidir.

Umutsuzluk sessizdir. Gözler konuşacak olursa sessizlik bile bir anlam saklar. Gerçek umutsuzluk, can çekişme, mezar ya da uçurumdur.

Bir adam tanıdım, kafasız bir kadına yaşamının yirmi yılını verdi, her şeyi feda etti ona, dostlarını, emeğini, dürüstlüğünü bile; ama bir akşam, kadını hiç sevmemiş olduğunu anladı. Canı sıkılıyordu, hepsi bu, insanların çoğu gibi canı sıkılıyordu. Böylece karmaşa ve dram dolu bir yaşam yaratmıştı kendine. Bir olayın olması gerek, insan bağlantılarından çoğunun açıklaması bu işte. Bir olayın olması gerek, hatta aşksız bir köleliğin, hatta savaşın ya da ölümün bile.

Prensiplerine bağlı kalmayı, mutluluğa yeğleyenler, kendilerini şartladıkları koşullar dışında mutlu olmayı da reddederler. Eğer kazara mutlu olurlarsa, elleri ayakları dolanır, mutsuzluktan mahrum kaldıkları için mutsuz olurlar.

Aslında insanın eninde sonunda alışmayacağı hiçbir düşünce yoktur.

Hayvani bedensel arzu kolaydır. Ama aynı zamanda şefkat de içeren arzu zaman ister. Arzunun alevini duyumsamadan önce aşk ülkesinin tamamını aşmak gerekir. Acaba insan sevdiğini başlangıçta bu yüzden mi bu kadar zor arzular?

Bir insanın tek başına mutlu olması utanılacak bir şeydir.

Ölümün bir başka yaşama açıldığına inanmak hoşuma gitmiyor. Ölüm benim için kapalı bir kapı. Bunun atılması gereken bir adım olduğunu söylemiyorum; korkunç ve pis bir serüven olduğunu söylüyorum. Bana önerilen her şey, insanın sırtından yaşamın yükünü almaya çabalıyor.

Çinliler ile batılılar arasındaki fark

Bertnard Russell, 1950’li yıllarda Çinliler ile batılı ülkelerde yaşayan insanlar arasındaki farkı çok güzel açıklamış.
Eğer Çinliler ile aramızdaki farkı tek bir cümle ile özetlemem gerekirse şunu söyleyebilirim ki, temelde, zevk almayı amaç edinmişlerdir; bizler ise, temelde, güçlü olmayı. Biz diğer insanlara ve Doğa ya karşı güçlü olmaktan hoşlanıyoruz. Bunlardan ilki için güçlü devletleri, ikincisi için de Bilimi geliştirdik. Çinliler bu tür uğraşlar için fazlasıyla tembel ve fazlasıyla yumuşak huyludurlar. Onlara tembel demek yalnız bu anlamda doğrudur. Rusların olduğu türden tembel değildirler; yani geçimlerini kazanmak için çok çalışırlar. Patronları onları olağanüstü çalışkan bulur. Ancak onlar Batı Avrupalılar ve Amerikalılar gibi, boş durmaktan sıkıldıkları için veya salt koşuşturmayı sevdikleri için çalışmazlar. Geçimlerine yetecek kadar kazandıklarında onunla yetinirler; daha çok çalışarak kazançlarını artırmaya çaba göstermezler. Tiyatroya gitmek, çaylarını içerek sohbete dalmak, eski çağlardaki Çin sanatına hayranlık duymak veya güzel manzaralı yerlerde dolaşmak gibi eğlencelerle zaman geçirmek konusunda yetenekleri sonsuzdur. Bizim düşünce tarzımıza göre insanın yaşamını böyle geçirmesi gereğinden çok rehavet ifade eder; bizler her gün bürosuna giden bir insana, orada yaptığı işler zararlı da olsa, daha çok saygı duyarız.
Bernard Russell

Gorki, günümüzün şehir insanının yaşadığı tekdüze hayatı ne kadar güzel anlatmış


Her sabah nereye gittiğini bilmeden bir işe giden, her akşam nereden çıktığını bilmeden bir işten çıkan, sevmediği hayatı yaşayan, sevmediği işi yapan, sevmediği kişilerle yaşayan, kalabalıkların yüzünden yaşamaya karşı, ne bir sevgi, ne de bir sevgisizlik işareti olmadan gelip geçen, her akşam evinin dört duvarı arasına sanki bir mezara girermiş gibi giren, gecelerini bir sıkıntı yorganının altında yalnız ya da yanındaki yabancı gövdeyle geçiren; bütün ölü kentlerin, ölü doğmuş çocukları!
Size bu ölü yaşamı hazırlayan “burjuvazidir” ve bu acımasız oyunun varlığını siz izin verdiğiniz sürece sürecektir. ”
Maxim Gorki

Noam Chomsky’den Alıntılar

1. Kahramanların değil, iyi fikirlerin arayışında olmalıyız.

2. Basit gerçekler; entelektüeller, hükümet temsilcileri ve medya işbirliğiyle ‘ayak takımını’ uzak tutmak için kullanılan anlaşılmaz bir dilin gerisinde gizlenmektedir.
3. Bir toplum ne kadar özgür olursa, orada güç kullanmak o kadar zorlaşır.
4. Demokrasi, içindeki insanların oyuncu değil izleyici olduğu bir sistemdir.
5. Halk özgürleştikçe korku ve propagandaya daha çok başvurulur.
6. Bana uygun bir ordu ve sıradan insanın payına düşenden daha fazla para verin, ben de otuz yıl içinde, nüfusun büyük bir çoğunluğunu, iki artı ikinin beş olduğuna ve suyun ısıtıldığında donduğuna inandırayım.
7. Bugünkü dünya işlerinde, Cengiz Han döneminde olduğundan daha fazla ahlak yok.
8. Kendini adamış ve kararlı bir çabanın, bilinç ve anlayışta önemli değişiklikler meydana getirebileceğinin öğrenilmesi iyi değildir; bu, insanların sahip olmasına izin verilemeyecek kadar tehlikeli bir düşüncedir.
9. Türkiye’de Batı’da görebileceğimizden çok daha fazla direniş kültürü var.
10. Entelektüellerin binlerce yıldır süregelen görevi insanları pasif, itaatkar, cahil ve güdümlü bir hale getirmektir.
11. Barış savaşa tercih edilir ama bu mutlak bir değer değildir. Eğer Hitler dünyayı fethetmiş olsaydı barış olurdu ama bu bizim görmek istediğimiz türden bir barış olmazdı.
12. Alışılmış zihinsel düzenler değiştiğinde, devrim patlak verir.
13. Her türlü otorite ve hiyerarşi sorgulanmalı ve bunların meşruiyeti ispatlanmalıdır. Meşruiyetini ispatlayamayan her türlü otorite gayrimeşrudur ve devrilmelidir.
14. Türk siyasi literatüründe birincil propaganda yöntemi kitlelerin seyirciye indirgenmesi ve her şeye rıza göstermelerinin sağlanmasıdır.
15. Her devletin en büyük riski kendi halkıdır.
16. Her kaynağa şüpheci bir gözle bakmalısınız. Bana neye güvenmeleri gerektiğini soranlara cevabım her zaman ‘kendi zeka ve aklınıza’ olmuştur ve bu durum benim söylediklerimi okurken de geçerlidir.

Tolstoy’un 11 Aralık 1881 günkü günlüğünden

“Asıl arzum her şeyi başkalarına dağıtmak ve kendi kendime yetmek. Yani ihtiyaçlarımı mümkün olduğu kadar sınırlamak ve aldığımdan çok vermek… Bütün gücümü bu amaca yönlendirmek ve bunu yaşamımın maksadı ve neşesi olarak görme (…) Yaşama, yeme içme ve giyinme gayet sade. Yapay olan her şeyi – piyano, mobilya, arabalar, arabalar – sat ya da birilerine ver. Yalnızca herkesle paylaşılabilecek bilim ve sanat üzerinde çalış. Validen sokaktaki dilenciye kadar herkese aynı şekilde davran. Tek amaç mutluluk – kendinin ve ailenin mutluluğu… Bu mutluluğun çok az şeyle yetinmek ve başkalarına iyilik etmekten oluştuğunu bil.”

Aklı ihtiyaçlarının kölesi olmaktan ibaret insanları Schopenhauer ne güzel tanımlamış

[Aklı ihtiyaçlarının kölesi olmaktan ibaret insanlar] hayatlarında bir kez olsun bir latife veya nükteli herhangi bir şey onları canlandırıp neşelendirmemiştir; tam tersine herhangi bir şey, en alt düzeyde bile düşünceyi gerekli kılsa, bu onların nefretini çekmesi için yeterlidir. Olsa olsa en kaba, en bayağı şakalar gülmelerini sağlar onların; diğer zamanlarda her biri ciddi görünüşlü birer hayvandır, bunun tek sebebi ancak öznel bir ilgiye güçlerinin yetebilmesidir. Tam da bu yüzden kağıt oyunları, elbette para karşılığında, onlar için en uygun eğlencedir, çünkü bu tıpkı müzik, dram, sohbet vb. gibi iradeyi sadece bilgi alanı içinde tutmaz, harekete geçirir ve devinden halde tutar, ki asıl olan ve ister istemez her yerde karşılaşılan da budur. Kalan zamanlarda onlar iş adamıdır, beşikten mezara alım satımla uğraşanlar, hayatın getir götür işlerini yapanlardır. Zevkleri bütünüyle bedenidir, çünkü başkaları için duyarlıkları yoktur.
Schopenhauer

Platon’dan Altını Çizdiklerim

1. Bilge insanlar konuşurlar çünkü söyleyecek bir şeyleri vardır. Aptal insanlar konuşurlar çünkü bir şey söylemek zorundadırlar.
2. Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın, yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır.
3. Kötülüklerin ilki ve en büyüğü, haksızlıkların cezasız kalmasıdır.
4. Merak, bir filozofun en düşkün olduğu şeydir. Çünkü felsefenin bundan başka bir başlangıcı yoktur.
5. Hayatta göreceğiniz iş ne olursa olsun, erdem olmayınca elde edeceğiniz her şeyin, yapacağınız her işin sonunda utanç ve kötülük vardır.
Oğullarım büyüdüğünde, dostlarım onları cezalandırmanızı istiyorum sizden; eğer servetini veya herhangi bir şeyi erdemden daha çok önemserlerse veya aslında hiçbir şey değilken bir şeymiş gibi davranırlarsa, hayatta göreceğiniz iş ne olursa olsun, erdem olmayınca elde edeceğiniz her şeyin, yapacağınız her işin sonunda utanç ve kötülük vardır.
6. Bilirken susmak, bilmezken söylemek kadar kötüdür.
7. Devlet işleri içten gelen bir sevgi, edep ve kamil akıl ile yürütülmezse onun sonu çöküş ve yok oluştur.
8. Felsefe, doğruyu bulma yolunda, düşünsel bir çalışmadır.
9. Bildiğini bildiğine ve bilmediğini bilmediğine inanıncaya kadar, kendine verilen ilimden hiçbir fayda görmez.
Ruh, bilgisizliği çürütmeye alışıncaya kadar, bu çürütme ile kendinden utanarak, öğretime yolları kapayan kanaatlerden sıyrılıp tertemiz bir hale gelinceye kadar, ancak bildiğini bildiğine ve bilmediğini bilmediğine inanıncaya kadar, kendine verilen ilimden hiçbir fayda görmez.
10. Bir insan tanrıların varlığına hiç inanmasa da, eğer aynı zamanda dürüst bir mizacı varsa, böyle kişiler insanlardaki kötülükten nefret eder.
11. Düşünmek, ruhun kendi kendine konuşmasıdır.
12. Nefsinin öğretmeni, vicdanının öğrencisi ol.
13. Küçük şeylere gereğinden çok önem verenler, elinden büyük iş gelmeyenlerdir.
14. Kendini bilmek ruhunu bilmektir.
15. İnsanın kendini fethetmesi zaferlerin en büyüğüdür.
16. Gözlemle, dinle, sus, az yargıla, çok sor!
17. Boş bir kafa, şeytanın çalışma odasıdır.
18. Dost, hem iyi görünen hem de iyi olan insandır.
19. Bana öyle geliyor ki, bilmediklerimden ve bildiğimi de düşünmediğim şeylerden dolayı ondan biraz daha bilgeyim.
Çekip giderken kendi kendime şunu söylüyordum: Ben bu adamdan daha bilgeyim. İkimiz de güzel ya da iyi bir şey bilmiyor olabiliriz; ama o bir şeyler bildiğini sanıyor, oysa hiçbir şey bilmiyor, bense, biliyorsam, bildiğimi de sanmıyorum. Bana öyle geliyor ki, bilmediklerimden ve bildiğimi de düşünmediğim şeylerden dolayı ondan biraz daha bilgeyim.
20. Yeryüzünde barışı sağlayacak sihirli değnek analarla öğretmenlerin elindedir. Eğitim demek, vücutta ve ruhtaki güzelliği ve mükemmelliği son mertebesine kadar geliştirmek demektir.
21. Makamını kaybedersen üzülme! Güneş de her sabah doğar ve akşam batar.
22. Kendini yönetirsen dünyayı yönetecek gücü bulabilirsin.
23. Karanlıktan korkan bir çocuğu kolaylıkla affedebiliriz. Hayattaki gerçek trajedi yetişkinlerin aydınlıktan korkmasıdır.
24. Kötülüğün yolu yakındır kolay ulaşılır ona. İyiliğin önüne ise alınteri ve vicdanı koymuştur Tanrı.
25. Her şeyin en mühim noktası, başlangıçtır.
26. Beden, ruhun mezarıdır.
27. Edep sahibi yalnızca iyiliklerden zevk alır.
28. Şair, hafif kanatlı kutsal bir şeydir; ilham duymadan, kendinden geçmeden, aklı başında iken bir şey yaratamaz.
29. Kanun sahibinin en önemli vazifesi; gayret gösterip edebi gerçekleştirmek ve yerleştirmektir.
30. Bilginin elde edilmesi, bizi iyiye ulaştıracaktır.

Mutluluğun mimari ile bir ilişkisi olabilir mi?


Kafasını benim gibi hem mutluluğa hem mimariye takanların okumasını tavsiye edeceğim bir kitap Alain De Botton’un “Mutluluğun Mimarisi”

Botton, bir mekana girdiğimde o mekanın tasarımından orada yaşayanların mutlu olup olmadıkları ile ilgili bir fikir sahibi olabilirim der. İstanbul’a dışarıdan gelen bir yabancı, kentin tasarımına, mevcut yapıların çarpıklığına baktığı an anlayacaktır burada yaşayan insanların uzun zamandan beri mutsuz olduğunu, şehrin kendine özgü o hüznünü dahi mimariye yansıtamadıklarını.

Kitap, mimari ile mutluluk ilişkisi üzerine Botton’un felsefe sanat ve piskolojiyi temel aldığı tespitlerini farklı bir bakış açısı ile anlatıyor. Kitabı bitirdikten sonra her yapının bize neler anlatmak istediğini daha iyi anlıyorsunuz. Yapıların da müzik gibi çağı ve içinde bulundukları toplumu en iyi yansıtan araçlar olduğunu düşünürdüm, şimdi sadece düşünmüyor, yapılarla iletişime geçebileceğim, onlarla konuşabileceğim fırsatları da yakalamaya çalışıyorum.

“Ancak acıyla tanışınca gözümüzde değer kazanır güzel şeyler. Binaların güzelliğinden etkilenebilmek için de her şeyden önce biraz acı çekmiş olmamız gerekir” diyen De Botton’un kitabının son paragrafı ise şöyle: “Bakir topraklar üzerine yaptığımız evler bu toprakların sunduğu güzellikten daha fazlasını sunabilmeli bize. Mutluluğun ne olduğunu en kusursuz biçimde, en ustaca anlatabilen binalar inşa etmeliyiz. Hiç değilse bu kadarını borçluyuz üzerine binalar dikerek yok ettiğimiz kırlara ağaçlara solucanlara.”

Albert Camus’un Nobel Ödülünü Kazandıktan Sonra İlkokul Öğretmenine Yazdığı Teşekkür Mektubu

İnsan ara ara ilkokul öğretmenine yazmalı. Belki sadece ilkokul öğretmenine değil hayatında önemli olduğunu düşündüğü insanlara da arada bir duygularını paylaştığı mektuplar, mesajlar göndermeli diye düşünüyorum.

Albert Camus da, 1957 yılında Nobel Edebiyat Ödülüne layık görüldükten sonra ilkokul öğretmenine aşağıdaki mektubu yazarak teşekkür etmiş.

“19 Kasım 1957

Sevgili Mösyö Germain,

Son günlerde kendimi içinde bulduğum koşturmaca ve telaştan dolayı size samimi duygularımı iletme fırsatını ancak bulabiliyorum. Ne heves ne de talep ettiğim bir paye kazanmış durumdayım.

Ancak haberi aldığımda ilk aklıma gelen, annemden sonra siz oldunuz. Siz olmasaydınız, benim gibi zavallı küçük bir çocuğa şefkatli elinizi uzatmasaydınız, beni eğitip bana örnek olmasaydınız bunların hiçbirisi olmazdı.

Bu ödülü çok önemsemiyorum. Ama bu ödül hiç değilse en azından bana, benim için ne ifade ettiğinizi ve etmekte olduğunuzu anlatmama ve size çabalarınızın, çalışmalarınızın ve cömert yüreğinizin, aradan ne kadar zaman geçerse geçsin hep size minnettar kalacak küçük öğrencilerinizden birinde hayat bulduğunu göstermeme fırsat veriyor.

Sizi tüm kalbimle kucaklarım.

Albert Camus”