İlk baktığımda Peterhof Sarayı’nın girişindeki yolun iki tarafındaki ağaçların peyzajı çekti beni. Ben de hemen fotoğrafladım gözüme kaçan bu görüntüyü. Doğanın formunu bozarak güzelleştirmeyi becerebildiği için peyzajı çok severim. İnsanın yeryüzündeki en yumuşak ve en sevimli başkaldırısıdır belki de peyzaj. Senin eserini istersem ben daha da güzelleştirebilirim diye fısıldar doğanın kulağına. Doğa da hiç kızmaz bu fısıldamaya. O da kısık bir sesle beni çirkinleştirmeden güzelleştirebilirsin der sanki.
Yaşlılık nerede başlar, orta yaşlılık nerede biter hiç anlamam ama fotoğraftaki çiftin yaşlılığın ilk yıllarında olduğunu düşünüp, onları orada bir yerlere oturtuyorum kafamda. Yorgunlar, ağır ilerliyorlar ama çevrelerine daha dikkatli bakıp, her şeyi daha bir özümseyerek. Arada önlerindeki upuzun yola bakıp, yaşanacak güzel günlerimiz var diyor da olabilirler. Kim bilir, arkalarında nasıl bir yol bıraktılar, bunu göremiyoruz fotoğrafta. Hemen gerilerinde toprağın üzerine gelişi güzel dökülmüş henüz kurumamış sarı yapraklar her ne kadar sonbaharın gelişine dair bir işaret olsa da, ağaçların parlak yeşilliği ilkbaharlarının hiç bitmeyeceğini söylüyor onlara sanki.
Toprağın gökyüzüne kavuştuğu yerde yol bitecek ya da sonsuzluğa karışacak. Çiftimiz oraya ulaştıklarında fotoğrafın arkasına geçecekler artık. Biz onları göremesek de, bu ağaçlıklı yoldan geçtiklerini bileceğiz.