Bir türlü cevabını veremediğimiz soru, doğulumuyuz, batılımıyız?

Saraybosna’da hem Batı’yı, hem doğuyu birarada yaşayabiliyorsunuz, bu anlamda Istanbul’a benziyor burası. Şehrin doğu tarafı Bursa, Konya gibi bir büyük Anadolu şehrini hatırlatırken, batı tarafı ise herhangi bir Avrupa ülkesi gibi. İşte bu şehrin ikiye bölündüğü yer, Osmanlı Mimarisi yapıların bittiği Avusturya ve İtalyan Mimarisinin hakim olduğu binaların başladığı noktada bir çizgi çizip üzerine “Sarajevo Meeting Of Cultures – Sarayova Kültürleri Buluşturur” yazmışlar. Bir ayağımı batıya, diğer ayağımı doğuya koyduğumda şöyle bir düşündüm, neredeyim şimdi, doğuda mı, batıda mı, biz Türkler her gün kimbilir kaç kez sorarız bu soruyu kendimize. Batılıların yanında doğulu, doğuluların yanında batılı gibi hisseder bir türlü cevabını veremeyiz bu sorunun. Sizin cevabınızı bilemem ama bana göre kökümüz doğuda, yönümüz batıda. Güneşin izlediği yol gibi, doğudan doğup batıya doğru ilerliyoruz. Tüm bunları düşünürken Sevinç’in sesini duyuyorum, ne yapıyorsun orada o çizginin üzerinde öyle, rehber yan sokağa saptı, kaybedeceğiz grubu 😊 Diyemiyorum ki asırlardır cevabını veremediğimiz bir sorunun yanıtını arıyorum 😊

Dünya üzerindeki en büyük felaketin 72. Yıldönümü

72 yıl önce bugün insanlığın öldüğü yer idi Hiroşima
6 Ağustos 1945 Pazartesi günü II. Dünya Savaşı’nın son aşamasına gelindiğinde, saatler 08.15’i gösterirken Amerika Birleşik Devletleri ‘Enola Gay’ adlı B-29 bombardıman uçağından bıraktığı Uranyum-235 tipi ‘Little Boy’ (Küçük Oğlan) isimli atom bombasıyla nükleer saldırıyı gerçekleştirdi. Atom bombası ’Little Boy’, Hiroşima’ya tam 43 saniyede düştü ve saatler 08.16’yı gösterirken yaklaşık 600 metre yükseklikte patladı.
Bugün, tüm bu yaşananlardan insanoğlu gereken dersi aldı, bir daha böyle bir felaketi yaşamaz artık dünyamız diyebiliyormuyuz, hiç zannetmiyorum aksine daha büyükleri için altını ısıtıyoruz dünyanın.

Balkan Seyahati Öncesi Düşüncelerim

Çocukluğumda Yugoslavya denince aklıma hemen basketbol ve neşeli insanları gelirdi. Bir de 70’li yılların başında futbol takımlarımız sürekli Yugoslav oyuncuları transfer ederler, gelen Yugoslav futbolcular maç sonlarında bildikleri bir kaç Türkçe sözcük ile yaptıkları şiveli konuşmalar o zamanlar bize hem tuhaf, hem de komik gelirdi. Bugün ise Balkanlar denince aklıma ilk hüzün geliyor, senelerce birarada yaşayan insanların birden birbirleri ile bu denli düşman olmalarını insanın aklı kolay kolay almıyor. Benzer senaryoların senelerdir benim güzel ülkem için de kurgulandığını düşündükçe hüznüme öfke karışıyor. İşte bu duygularla başladım Balkan Yolculuğuna.
Yola çıkmadan yaptığım internet araştırmalarımın özetle söylediği şu: Denizi, limanları, sahili, doğası, tarihi, korunmuş ortaçağ mimarisi yapıları, daracık eski sokakları, şarapları ile görülesi topraklar Balkanlar. Hüzün ve neşenin birbirine bu kadar yakınlaştığı çok az yer olduğunu düşünüyorum yeryüzünde. Yıkılan yapılar onarılıyor ama ruhların onarılması o kadar kolay değil, bir çok noktada savaşın izlerini görüyorsunuz.

Hayat okullarda anlatılan klişelerle anlaşılıp çözülecek kadar kolay olsaydı keşke :)

Hayat okullarda bize anlatılan klişelerle anlaşılıp çözülecek kadar kolay olsaydı keşke. Yaşamın her alanında hem süreci hem de içeriği iyi yönetmeniz gerekiyor. Bir taraftan sürekli akmakta olan zaman ve bu zamana bağlı hedefler, diğer taraftan bu zamanın içininin istenildiği gibi doldurulma telaşı. Birim zamanda çok şey yapmak mı, o süreyi hedeflediğin doğrultuda değerlendirmek mi? Hangi konuda iç sesini dinleyip derine inmek hangi konuların ise üzerinden daha hızlı geçmek gerekiyor? Hızın bizi yönettiği bu çağın en önemli sorularından biri bu bence.

Yaşam Sanatı

Yasam Sanatı = Sahip oldugun kaynakları (para,zaman vb.) doğru yoneterek mutluluğa erişmek. Mutluluğa eristikten sonra verimlilik yan ürün bence.
Özgeçmiş kelimesi yerine kullandığımız CV kelimesinin Latince açılımı Curriculum Vitae. Anlamı ise “Yasam Dersleri” 😊

Geleceğin işyerleri beyinlerimizin içi olacak

Yakın gelecekte mekana bağlı işyeri anlayışının yavaş yavaş kaybolacağını düşünüyorum. Geleceğin işyerleri beyinlerimizin içi olacak, artık beden istediği yerde olabilir. Yani bugün çok karşılaştığımız vucudu işe gelmiş ama kafası dışarıda olan çalışan tipi yok olacak. Tabii ki, şantiyeler bu kapsamın dışında kalıyor 🙂