
Orhan Pamuk’un 28 Şubat Günü Caddebostan Kültür Merkezi’nde yaptığı söyleşinin formatı dinleyicilerin soru sormasına izin verseydi aklımda aşağıdaki sorular vardı. Ancak çok büyük katılımla yaklaşık 2 saate yakın süren söyleşide doğal olarak bir soru cevap bölümü olmadı.
Sonu gelecekte biten bir kurgu düşünüyor mu, gelecekteki insan ilişkilerini ve kent yaşamını nasıl hayal ediyor? Geleceğe yönelik öngörüleri neler?
Kent dokusunda bozulma duracak mı, yavaşlayacak mı, tersine bir ivme alacak mı?
Teknolojinin, dijitaleşmenin insan ilişkilerine etkisinin önümüzdeki yıllarda nasıl olacağını bekliyorsunuz, bunun edebiyata etkisi nasıl olacak?
Kapitalizm sonrası toplumu nasıl hayal ediyorsunuz?
Soramadığım ama cevabını çok merak ettiğim sorular bunlar. Söyleşi sırasında Orhan Pamuk’un aktardıklarından almaya çalıştığım kısa notları aşağıda bulabilirsiniz.
Romanın ilk cümlesi çok önemlidir. İlk cümle bütün kitabın dokusunu hissettirmelidir.
Masumiyet Müzesinin ilk ve son cümlesi birbiri ile bağlantılıdır.
Mutluluk şartların bilincidir. Hegel
Doğru söylemek ile samimi olmak farklıdır. Bazen doğruyu söyler samimi değilizdir. Bazen de doğruyu söylemeyiz ama samimiyizdir.
Şahsi görüş ile resmi görüş arasındaki farkın derinliği devletimizin gücünün kanıtıdır.
Kahramanın mutlu olmak için kendini kandırması gerekiyor.
Zihne gerçekliğin gölgesi düşer mi, her zaman düşmez, belki zihin mutlu olmamız için gerçek veya değil bir hikaye salgılar beyne
Romanlarımı yazarken ön araştırma yapıyorum. İstanbul ile ilgili monogramları okudum. Yazdığım romanın dünyadaki başka bölgelerindeki karşılıklarını ararım.
Bir şehir büyürken bazı yerleri çürür, Tarlabaşı gibi. Bütün şehirlerde bir şekilde olan bir durum bu. Yoksullar merkezde kalıp, zenginler dışarı gidiyor, daha sonra zenginler merkeze gitmeyi istiyor, bu değişim kent dokusunda bir bozulmaya yol açıyor.
Şehrin eski sahipleri yeni sahiplerini sevmez, misafirin misafiri sevmediği gibi.
Cevdet ve Bey ve Oğullarını yazarken 70’li yıllarda 70’in üzerindeki yaşta insanlarla konuştum. Seslerini kaydettim.
Başkalarının kimsenin bilmediği hikayelerini elde ettiğiniz zaman, bu hikayeleri çarpıtırlar. Kafamda Bir Tuhaflık romanımda fakirlerden bahsetmenin melodramik yapısına kapılmak istemedim. Romanda gecekondu varoş kelimelerini hiç kullanmadım.
Schillerin Goethe hakkındaki düşüncesi: Goethe yazdı mı sanki Allah konuşuyor, yazdığının anlattığına değeceğine dair hiç bir endişesi yok, çok rahat yazıyor diyor.
Dünya edebiyatı özelliği kazanan kitaplar çeviride yeni anlamlar içeren kitaplardır.
Romancılık kendimizin dışına çıkıp başkalarını yazabilmektir.
Bazen öğrenmek için kitap yazarım, o kitabı yazmak için o konu ile ilgili çok kitap okurum ve roman yazarken o konuyu öğrenirim. Benim Adım Kırmızı öncesinde 1 yıl okudum, sonra yazmaya başladım, yazarken de hep okudum.
Kafamda bir tuhaflığı yazarken şehri daha iyi öğrendim.
En iyi romanımın Kara Kitap olduğunu düşünürüm, en çok satan kitabım Benim Adım Kırmızı’dır. (Yanlış anlamadıysam 🙂 )
En zor kitabım Yeni Hayat’tır, en az sevdiğimdir, beni okumaya o kitaptan başlamayın.
Susan Sontag, Umberto Eco, Paul Auster ile çok iyi arkadaşlığım oldu.
Tanımak istediğim 2 yazar vardı: Yusuf Atılgan – Oğuz Atay (Her ikisi ile de bir vesile ile tanıştığını anlattı)
Kafamda 10 roman fikrim var. Yeni romana başladım.
Kitapalarımı kolay kolay bitiremem, çok titizim, yayınevi zorlar, bitiririm. Bir yazarın kendi yazdığını temizlemesi çok zordur, editlemek çok güçtür.
Tüm yazdıklarımdan alçakgönüllü olmayı öğrendim ama gösterebiliyormuyum bilmiyorum.