Yaşam, bir deneyim biriktirme oyunu. Biriken deneyimleri birer lego parçası gibi düşünürsek, onları birbirleri ile birleştirerek yeni bir şeyler ortaya çıkarıyoruz. Yaptıklarımız kırılıp döküldüğünde elimizde ne kadar çok deneyim parçası varsa o parçalardan daha farklı şeyler üretebiliyoruz. Hayat yıkıyor, biz yapıyoruz döngü böyle devam ediyor.
Category Archives: hayat
Daha iyi bir hayat yaşamak istiyorsanız kullandığınız olumlu kelimelerin sayısını artırın
Thomas Jefferson Üniversitesi’nden nörobilimci Dr Andrew Newberg ve bir iletişim uzmanı olan Mark Robert Waldman “Kelimeler Beyninizi Değiştirebilir” isimli kitaplarında şöyle diyorlar: “Tek bir kelime bile fiziksel ve duygusal stresi düzenleyen genlerin üzerinde etkilidir.” Kitaptan başka bir alıntı: “Öfkeli sözcükler beyine, alarm mesajları gönderirler, frontal loblardaki mantık ve mantıksal düşünme bölgelerini kısmen kapatırlar.” Bu durumda görülüyor ki, pozitif kelimeler, negatiflerin yerini aldıkça beyin daha hızlı çalışmaya başlıyor.
Pozitif Psikoloji üzerine yapılan bir araştırma, pozitif kelimeler kullanmanın etkilerini gösteren detaylar sunuyor. 35-54 yaş arası bir grup yetişkinden, o gün içinde yolunda giden 3 şeyi nedenleriyle birlikte yazmaları istendi. Sonraki 3 ay boyunca mutluluklarının artmaya, depresyon duygularının da azalmaya devam ettiği gözlendi.
Kelimeleri değiştirerek hayatımızı değiştirebilmek elimizde. Aynı sözcükleri kullanarak kendini tekrar eden kısır hayatları yeni kelimeleri dilimize kazandırarak aşabiliriz. Hep demez miyiz, hayatımı değiştirmek istiyorum diye, o zaman ilk kelimelerden başlamalıyız, beyin arkasını getirecektir nasılsa.
Kadını yaşlandıran zaman değil hayal kırıklıklarıdır
Yaşının üzerinde gösteren kadınları gördüğümde hep onların yaşadıkları hayal kırıklıklarını gözümün önüne getirmeye çalışırım. Erkek, yaşadığı olumsuzlukları telafi etmede kadına göre biraz daha kuvvetli. Onu yaşlandıran ise hayatı yanlış çözüp, bunu da geç fark etmesi.
İlkokul 2.sınıftaki Hayat Bilgisi dersi üniversite son sınıfa kadar okutulmalı
Ne gariptir okullarda her türlü bilimi öğretiyorlar ama yaşamayı öğretmiyorlar. Nasıl yaşayacağını öğrenmemiş bir insanın okulda öğrendiklerini hayata geçirebilmesi bu nedenle kolay olmuyor. Hiç bitmiyor bocalamamız.
İlkokul 2.sınıftaki Hayat Bilgisi dersinin üniversite son sınıfa kadar okutulması gerektiğini düşünüyorum. Bu şekilde duygusal zekası yüksek insanları yetiştirebiliriz. Aksi takdirde mühendislikten geçsek de, hayattan kalmaya devam edeceğiz.
Bir inşaat kalfasının hüzünlü hikayesi
Her insanın içinde bir gizli bir hikayesi olduğunu düşünürüm. Kimileri bu gizi bir şekilde hissettirirken, kimilerinin ise hiç farkında bile olmayız. Çoğu zaman bu hikayeler, o kişi ile birlikte kaybolsa da bazen hiç beklemediğimiz bir anda o hikayenin dinleyeni oluveririz. Geçtiğimiz günlerde ekşi sözlükte karşılaştığım bir inşaat kalfasının böylesi bir hikayesini sizlerle paylaşmak istiyorum.
zonguldak şantiyesinde tanıdığım bi kalfa vardı, ismi mustafa. güleryüzlü, basit bir adamdı. her sabah herkesten yarım saat önce şantiyeye gelip çayı demler, sahada bi tur atar, üzerine revizyon gelen hükümsüz projeleri veya gazete kağıtlarını masaya serip kahvaltı sofrasını hazırlar, sonra beni beklerdi. ben bazı sabah sekizde, bazı sabah sekiz buçukta gelirdim işe. ben gelmeden kahvaltıya başlamazdı. oturup kahvaltılığı yerken üç beş laflar, o günkü işleri programlardık. hiç itiraz ettiğini, hiçbir işi yokuşa sürdüğünü, yalan konuştuğunu duymadım. ne işçileri bana karşı korurdu ne de beni işçilere karşı. çok düz, çok basit bir adamdı.
bir akşam paydostan sonra ofise geldi, hakediş hazırlıyordum. “şef, hadi gel bi bardak çay içelim” dedi. normalde böyle şeyler olmadığından refleksle “hayırdır ya kötü bi şey mi oldu canın mı sıkkın senin?” diye sordum. “yoo, öyle sıkıldım biraz” dedi.
zonguldak’ ta bilen bilir, çok güzel çay bahçeleri vardır. alabildiğine deniz manzaralı, ferah, yüksek yerler. insanın gerçekten hem içi açılır hem de o devasa karadeniz görüntüsü karşısında biraz garip hissedersin. bu çay bahçelerinden birine oturduk, o çay söyledi ben kahve. “yauv sen de hep kayfe içiyosun, çarpıntı yapmayor mu?” dedi, kafasını diğer tarafa dönerek güldü. huyu böyleydi, şaka yollu takıldığında gülerken başka tarafa dönerdi. “çay sevmiyorum ya, alışınca zaten çarpıntı falan da yapmıyor” dedim ben de güldüm.
biraz böyle uzağa baktı, insanın canı öyle bi manzara karşısında ya hiç konuşmak istemez ya da konuşmaya başladığında artık hiç lafını kontrol etmeyeceğini bilirsin. biraz öyle sanırım konuşacaklarını kafasında toparladıktan sonra başladı anlatmaya.
on beş yaşındaymış, sevdiği kızı ne kadar istediyse de vermemişler. araya aracılar göndermiş, babasının karşısına bizzat kendisi gitmiş dikilmiş, abileriyle konuşmuş. olmamış. ne yaptıysa para etmemiş. askere gitmeden önce kızı başkasına vermişler, mustafa’ dan daha zengin birine. mustafa askere gitmiş, tezkereyi aldığı gibi nizamiye kapısından çıkar çıkmaz inşaat işlerinde çalışan bi köylüsünü aramış. mersin’ de bir şantiyedeymiş o sıralar köylüsü, mersin otobüsüne bilet almış mustafa. dönmemiş bir daha köye. ne bir ev ne bir yurt, şantiyelerden başka mekanı yok.
“kaç yaşındasın?” diye sordum, “kırk iki yaşındayım şefim” dedi. düşünmesi bile ürkütüyor beni, yirmi yedi yıl. koskoca yirmi yedi yıl. dipsiz bir boşlukta geçmiş, karanlıkta yaşanmış bir insan ömrü. “o kızı bir allahın günü olsun unutamadım yau şef, nerden bulduysa adresimi bulmuş bir tane fotoğrafını göndermiş her akşam bakar dururum” dedi. “ne zaman bu kadar yıl geçti ben hiç anlamadım, işten başka şu hayatımda hiçbi şey bilmedim, öyle yaşadık gitti işte boşu boşuna biz de”
akşam saat altıydı çay bahçesine oturduğumuzda, saat dokuz buçuğa kadar anlattı mustafa. “eh, hadi yeter bu kadar kafanı şişirdim senin de” dedi, güldü, kafasını diğer tarafa çevirdi.
ertesi sabah uyanmış, herkesten yarım saat önce şantiyeye gelip çayı demlemiş, sahada bi tur atmış, üzerine revizyon gelen hükümsüz projeleri masaya serip kahvaltı sofrasını hazırlamış, sonra beni beklemiş. yüzüne baktım, o dün akşam bana hikayesini anlatan adamdan en ufak bir eser yok. mustafa değil, mustafa usta duruyor karşımda.
size hikayeyi onun kelimeleriyle anlatmadım, bunu özellikle yapmadım. mustafa’ ya haksızlık olur gibi geldi.
unutmamak deyince hep mustafa’ nın o fotoğraftan gülümseyerek bahsedişi geliyor aklıma.
Hayata sığdırabildiklerimiz mi yoksa dışarıda kalanlar mı daha önemli?
“Hayat başlar ve biter.
Nasıl başlayıp nerede sona erdiği değil,
İkisi arasına neler sığdırabildiğin önemlidir aslında” der Amin Maalouf.
Ben Maalouf’a tam olarak katılmıyorum, insanı oluşturan yapı taşları bu süreye sığdırdıklarından çok sığdıramadıklarıdır. Biz hep o araya sığdıramadıklarımızın peşinden koşup, onların hayalleri ile yaşamımızı kurarız. Bizi biz yapan içeri alabildiklerimizden çok dışarıda kalanlar ve onların özlemidir.
Mutluluk üretim ilişkisi
Mutluluk = Üretim, üretim arttıkça mutlulugun da arttıgını düşünüyorum. Tüketim arttıkça da mutsuzluğun. 🙂
Acılar ve ötesi
İnsanın yaşadığı acılar derinleştikçe sevme kapasitesi de artıyor. Acı ile sevgi arasında böyle bir bağlantı olduğunu düşünüyorum. Bu durum beraberinde yaratıcılığı da geliştiriyor.
Ekonomik Özgürlük
Ekonomik ozgurluk once kendi ozgurlugunuzden gecer. Calistiginiz zamani, kazandiginiz parayi baska insanlar yonetiyorsa asla ozgur değilsiniz.
Özgürlük, insanın istediği her şeyi yapması değil istemediği şeyleri yapmayabilmesidir
Düşünürseniz, günlük yaşamımızda istemediğimiz halde yapmak zorunda olduklarımız, isteyerek yapabildiklerimizden çok daha fazladır. İnsanın özgür olmasının ilk şartının, yapmak istemediği bir şeyi yapmama imkanına sahip olabilmesidir diye düşünüyorum. Benim için özgürlük, bir kişinin her istediği şeyi yapması değil istemediği bir şeyi yapmayabilmesidir