Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar Eserinden Altını Çizdiklerim 


Dostoyevski’nin “Hasta biriyim ben” diye başlayıp “Ama yeter artık, “yeraltından” daha fazla yazmak istemiyorum” diyerek sonlandırdığı Yeraltından Notlarını ilk okuduğumda üniversitedeydim. Çehov’u keşfedip Dostoyevski’yi henüz tam keşfedemediğim yıllardı. Bu eserinden sonra ise tam bir Dostoyevski tutkunu olmuştum. 3 yıl önce yaz tatilinde bir kez daha okuma imkanım oldu Yeraltından Notları. İnsanın böyle klasikleri farklı yaşlarda okuması, eskiden altını çizdikleri ile yeni okuyuşunda altını çizdiklerini karşılaştırarak geçmişine bir yolculuk yapma fırsatı da sağlıyor. Dünyayı ve kendimi nasıl görüyordum, şimdi nasıl görüyorumun değerlendirmesini 150 sayfa üzerinden yapabilmek çok hoş bir duygu. Bugün Ankara Devlet Tiyatrosu’nun sahnelediği kitabın oyununu seyrettim ve bir kez daha hayran oldum esere. Bu arada oyun, romanın karanlıklığından yola çıkılarak değil, bambaşka bir bakış açısı ile sahneye konmuş, bu yorum da ayrıca çok hoşuma gitti. Kitaptan altını çizdiğim satırların bazılarını aşağıda sizlerle paylaşıyorum.

Anlayış gücünün sadece fazlalığı değil, kendisi bile hastalıktır.

Her şeyi anlayabilen bir adam kendine saygı duyabilir mi?

Beni kıyametin kopmasıyla çaysız kalmam arasında bir seçime zorlasalar, dünyanın batmasını umursamaz, çayımdan vazgeçmeyeceğimi haykırırdım.”

Kullanabildiğim tek dış etki ise okumak, yine okumaktı. Okumanın bana çok yardımı dokunuyordu; coşku veriyor, zevk veriyor, acı veriyordu.”

Fakat, bilir misin, bir babanın gözüne en çok kızının gönül verdiği erkek kötü görünür. Bu, her yerde böyledir. Ailelerin çoğunda o yüzden anlaşmazlıklar çıkar.

Kolay elde edilmiş bir saadet mi, yoksa insanı yücelten ızdırap mı daha iyidir?”

İnsana lüzumlu olan tek şey, onu nereye sürükleyeceği belli olmayan hür iradedir.”

Bizler arzu edilenden ziyade arzu etmeye aşığızdır

Acı çeken insan, inlemekten büyük bir zevk duyar; eğer duymasaydı inlemesini rahatlıkla durdurabilirdi.

Uygarlıkla beraber insanlar, daha çok kan dökmeseler de, daha kötü, daha iğrenç birer cani olmuşlardır. eskiden hak için kan dökülür ve bu, büyük bir rahatlıkla, iç huzuruyla yapılırdı.

Zamanımızda ise, insan öldürmek suç sayıldığı halde, cinayetlerin ardı arkası kesilmiyor.

İnsan her zaman ve her yerde, aklının ve çıkarının gösterdiği değil de, canının istediği yoldan yürümeyi sever. çıkarımızın tam tersi şeyleri de isteyebiliriz, hatta bazen kesinlikle böyle olmalıdır.

Bana kalırsa insanı iki ayaklı nankör yaratık diye tarif edebiliriz. Bu kadarla yetinirsek, en önemli kusuru unutmuş oluruz. İnsanın en büyük kusuru, Nuh Tufanı’ndan Schlezwig Holstein dönemine dek süren erdemsizliğidir.

İnsanların en önemli işi, sanırım bir cıvata ya da piyano tuşu değil de insan olduğunu kendisine ispat etmektir.

Alışkanlıkların insanı hangi yollara ittiği belli olmaz.