Çocukken bir yaramazlık yaptığımda, annem, babam, aile büyükleri oğlum neden böyle yapıyorsun, hiç yakışıyor mu bu yaptığın sana dediklerinde, aslında bunu ben yapmıyorum ki, içimde bir şeytan var, o yaptırıyor tüm bunları bana derdim. Ben bir karış boyumla, gözlüklerimin arkasından böyle tuhaf, gerçeküstü bir cevap verince karşımdakiler bir an şaşırır, tam olarak ne diyeceklerini bilemezler, ben de zaman kazanır, o ilk öfkelerini biraz olsun yatıştırmış olurdum. Muhtemelen seyrettiğim filmlerden, okuduğum kitaplardan öğrendiğim bir şeydi içimdeki şeytan fikri. O günlerde komşu teyzelerin annemlere aman çocuğun üzerine pek fazla gitmeyin diye konuştuklarını hatırlarım. Bu kalıbı bir kaç kez kullandıktan sonra annem durumu fark etti. Annem zaten benim bu küçük oyunlarımı çok çabuk anlar, hemen bir karşı taktik geliştirirdi. Bir akşam televizyon seyrederken yanıma yavaşça yaklaşıp, şu içindeki şeytana söyle de biraz ders çalışmanı söylesin sana dedi. Bana verdiği mesaj çok açıktı, şeytanların falan arkasına saklanma, yaptıklarının farkındayım. Böylece çocukluk şeytanlarımla vedalaştım.
Bugün düşünüyorum da insanın içinde şeytanları olamaz mı acaba? Yıllar içinde alışkanlık haline gelen, bize verdiği zararları kabul ettiğimiz ama bir türlü bırakamadığımız, değiştiremediğimiz, kimi içgüdüsel, kimi sonradan edinilen huylar bizim içimizde yaşatıp büyüttüğümüz şeytanlarımız değil mi aslında? Kontrol edemediğimiz, hatta zaman zaman bizi kontrolü altına alan alışkanlıklarımız hepsi birer şeytan değil mi?
Bu soruyu kendime sorduğumda içimde bayağı bir şeytan beslemiş olduğumu gördüm. İşte benim içimdeki şeytanlarım:
Felaket şeytanı: O gün planladıklarımın elimde olmayan bir şekilde gerçekleşmeyeceğini hissettiğim anlarda ortaya çıkıyor. Dakikalarına kadar planladığım bir hayatım var, gereksiz bir telefon araması, aniden ortaya çıkan bir toplantı sanki bir felaket ile karşılaşmışım gibi öfkelendiriyor beni. Bu şeytanı kendimi bildim bileli atamadım içimden.
Disiplin şeytanı: Bu şeytanı olabildiğince derinlerde bir yerlerde saklamaya çalışıyorum. Biliyorum ki dışarıdan hissedildiği anda beni çok sevimsizleştirecek bir şeytan. Sonuçlandırmayı istediğim bir işe gözümü karartarak odaklanmamı sağladığı için bu şeytan ile aram diğerlerine oranla daha iyi diyebilirim ama siz fark etmeden hayatın içinde çok şeyi kaçırmanıza, daha da kötüsü kaçırdıklarınızı fark etmemenize neden oluyor.
Gözümde büyütme şeytanı: Savaşa savaşa alt edebildiğim tek şeytan. İnsanlar, yaşlandıkça bu şeytan ortaya çıkarken ben de tersi oldu, yaşlandıkça bu şeytan küçüle küçüle iyice kayboldu içimden.
Unutamama şeytanı: Fil gibi bir hafızam var. 🙂 Yaşadığım iyiliklere de, kötülüklere de o anda yüklediğim anlamı bir türlü unutamıyorum. Sevgili şeytanımın iyi tarafı, hayatta az sayıda kötülük gördüğüm insanın bunu tekrarlatmasına izin vermiyor. Ama iyilik gördüğüm insanın da sonrasında yine benzer bir iyiliği yapacağı yanılsamasını yaratıyor. Oysa ki zaman da, insanlar da değişiyor, kötünün kötü, iyinin hep iyi kalacağı kabulü bu şeytanımın içimde daha semirip büyümesinden başka işe yaramıyor. İyiliğin tekrarlanacağı yanılgısı nankörlük, vefasızlık gibi olumsuzlukları daha fazla yaşamama neden oluyor. Hiç bir zaman kurtulamayacağım bir şeytan bu…
Detaycılık şeytanı: Özellikle disiplin şeytanı ile bir araya geldiğinde etkisi çok daha sertleşiyor. 40 yaşımdan sonra bu şeytanı da bir hayli alt edebildiğimi düşünüyorum ama o fırsatını bulup, beni boş bir anımda yakalarsa yine istediğini alabiliyor benden. Tüm şeytanlarım gibi her zaman için tetikte olmam gereken, belki de en fazla uyanık olmam gereken şeytanım detaycılık şeytanı.
Bir de annemin ricasını kırmayan, hani o televizyon seyrederken bana hadi artık biraz ders çalış diyen şeytanım var. O, beni ömrüm boyunca hiç bırakmadı. Ama onunla artık arkadaş olduk, ne zaman biraz dalga geçer gibi olsam otur çalış diyor annemin ses tonuyla…