Mutluluğun mimari ile bir ilişkisi olabilir mi?
Kafasını benim gibi hem mutluluğa hem mimariye takanların okumasını tavsiye edeceğim bir kitap Alain De Botton’un “Mutluluğun Mimarisi”
Botton, bir mekana girdiğimde o mekanın tasarımından orada yaşayanların mutlu olup olmadıkları ile ilgili bir fikir sahibi olabilirim der. İstanbul’a dışarıdan gelen bir yabancı, kentin tasarımına, mevcut yapıların çarpıklığına baktığı an anlayacaktır burada yaşayan insanların uzun zamandan beri mutsuz olduğunu, şehrin kendine özgü o hüznünü dahi mimariye yansıtamadıklarını.
Kitap, mimari ile mutluluk ilişkisi üzerine Botton’un felsefe sanat ve psikolojiyi temel aldığı tespitlerini farklı bir bakış açısı ile anlatıyor. Kitabı bitirdikten sonra her yapının bize neler anlatmak istediğini daha iyi anlıyorsunuz. Yapıların da müzik gibi çağı ve içinde bulundukları toplumu en iyi yansıtan araçlar olduğunu düşünürdüm, şimdi sadece düşünmüyor, yapılarla iletişime geçebileceğim, onlarla konuşabileceğim fırsatları da yakalamaya çalışıyorum.
“Ancak acıyla tanışınca gözümüzde değer kazanır güzel şeyler. Binaların güzelliğinden etkilenebilmek için de her şeyden önce biraz acı çekmiş olmamız gerekir” diyen De Botton’un kitabının son paragrafı ise şöyle: “Bakir topraklar üzerine yaptığımız evler bu toprakların sunduğu güzellikten daha fazlasını sunabilmeli bize. Mutluluğun ne olduğunu en kusursuz biçimde, en ustaca anlatabilen binalar inşa etmeliyiz. Hiç değilse bu kadarını borçluyuz üzerine binalar dikerek yok ettiğimiz kırlara ağaçlara solucanlara.”
Dünya “yaşam”a başladığında insanın ilk yuvası olan mağara doğanın bir parçasıydı; hayvanların kendilerine yaptıkları yuvalar da uyum içinde doğanın bir parçası oldular. İnsan ne zaman kendine yeteri kadar bir “barınak” yaparsa, o zaman mimari mutluluğu, mutluluk da doğru mimariyi üretir.
BeğenBeğen